Bir “Felsefe Eleştirisi”ne Eleştiri

Geçenlerde, internette “felsefi eleştiriler” diye arama yapıyordum, önde gelen sonuçlar arasında (http:/www.turkmmo.com/felsefe-sosyoloji-psikoloji/2892133-felsefe-elestirileri.html) adresinde “felsefe eleştirileri” diye bir sonuçla karşılaştım ve göz atayım dedim. Meğerse, dragonmetin2 adlı kullanıcı felsefi eleştiri değil, “felsefe”‘nin eleştirisini yapıyormuş veya öyle zannediyor.
Elbette herkesin düşüncelerini ifade etme hakkı vardır ancak sallarken bile daha usturuplu olunmasını beklerdim.
Bir konuda eleştiri yapabilmek için önce o konu bilinmeli, anlaşılıp kavranmalı, daha sonra söz söylenmelidir. Maalesef bilgi olmadan fikir de olmaz eleştiri de olmaz.
Şimdi arkadaşın ifadelerini aynen alarak, alt kısımlarda kendimce, cevaplarımı ve eleştirilerimi yazıyorum. “Böyle bir şey için yazıya gerek var mıydı?” Evet maalesef!.. Çünkü o kadar çok konuşan ve konuşulan var ki, bazen ister istemez cevap vermek sorumluluğu doğuyor.
Not: Bu yazı, yazının uzunluğu ve muhatap yazının bulunduğu foruma üyelik zorunluluğu vb. etkenlerden dolayı burada yayınlanmıştır. Eğik yazılar alıntı olup *** ile başlayan kısımlar yorum ve eleştirilerdir.
Başlayalım:

“1) Bilgi üzerine düşünmek de nedir? İnsan varlığı nesneleri gerçekten bilebilir mi? Bilgi nesneyi doğru olarak yansıtır mı? Böyle saçma sorular nedir yav bilgi felsefesine epistomoloji deniyor, ben bunu kastetmiyorum. Bu sorunun ne kadar saçma olduğunu kastediyorum. Böyle saçma sorularla nereye varılabilir?”

*** Bilgi üzerine düşünmek ikincil (üst) düzeyde bir faaliyettir. Hayatta birçok insan bilgi üzerine düşünmek bir yana, “bilgi” zannettikleri verileri, bunların doğruluğunu dahi sorgulamadan, kendilerine ne “bilgi” olarak sunulmuşsa kabul ederek ve kendi eğitim ve yetişme koşullarına uygun olarak edindikleri kabullere göre yaşamaktadırlar. Evet, herkes felsefe yapacak diye bir şart yoktur ama en azından bekleriz ki, belirli düzeyde bir eğitim almış kişiler felsefe hakkında konuşsun. Üstelik, felsefenin kendisini eleştirmenin daha üst düzeyde bir birikim gerektirdiği açıktır. Arkadaşın “saçma” olarak etiketlediği ve aşağıladığı sorular düşünmenin belirtisidir. Burada “düşünme” derken, ineğin otlakta yayılması gibi, beynin doğal olarak, üstünkörü ürettiği güdüsel bir eylemi kastedilmiyor!..
“Nereye varılacağı” konusuna ise birçok felsefeci kendi çapında cevap vermiştir… Eğer ki arkadaş, bir felsefeciden tüm gerçekliğin sırlarını, yutulacak bir hap, sihirli bir reçete halinde kendisine sunmasını bekliyorsa, bu boş bir beklenti ve yanılgıdır. Felsefenin ruhuna da terstir. Ayrıca, bu tür soruları sormayanların nereye vardıkları veya vardıklarını sandıkları da ayrı bir tartışma konusudur. Yani burada, ya anlamazlıktan kaynaklanan bir indirgeme ya da düşünmeye veya felsefeye karşı kasıtlı bir aşağılama, karşı olma durumu söz konusudur, ki bu ikinci seçenek kabul edilemez!..

“2) Diğer şey, felsefede kafadan sallayarak evreni sorguluyorlar. Thales’e göre evrenin kendisinden çıktığı ana madde su iken Anaksimenes’e göre havadır. Atıp tutmalar, uyduruyorlar resmen.”

*** Bu kişiler kafadan sallayarak evreni sorgulamıyorlar, kafalarını kullanarak evreni sorgulamaya çalışıyorlar. Arkadaşın “akıl” topu Gazali de eleştirilerini kafasını kullanarak yapıyor. Bu kişiler milattan önceki yıllarda yaşamışlar, yani milletin yaşamak için, daha çok tarımla, kölelikle boğuştuğu yıllarda. Yani bunları düşünmek bile üst düzey bir düşünme faaliyetidir. Ayrıca kimse, metafizik olarak kurgulanan bu düşünmeleri kabul etmek zorunda değildir. Zaten, felsefeciler için değişik fikirler üzerine düşünmek ve yapabiliyorsa onları eleştirmek ve sorgulamak daha önemlidir. Tabii ki çürütmeye çalıştığı görüşlere karşı kendi görüşlerini de mantıklı bir çizgide ispat etmek veya savunmak zorunluluğu vardır. Aksine tavır ise gerçekten “sallamak” olur.

“3) Diğer şey felsefede sürekli şu var; varlık, bilgi, gerçek, adalet, güzellik, doğruluk, akıl gibi konularda çalışma yapar da kitapta bir çalışmayı göstermiyor nasıl bir iştir? Sadece sorular var. Yüzyıllardır çözülemeyen çözülse bile her kafadan başka cevap çıkan sorular. Bu felsefe yer tükürsem tükürük felsefesi olacak gibi geliyor. Görüşleriniz nelerdir?”

*** Merak etmeyin, felsefede her şey var. Hangi kitaptan bahsediliyor bilmem ama sözü edilen konularda açıklamalar yapan birçok, tonla felsefeci var. Tabii böyle olduğunu farketmek için sabırla araştırmak ve okumak gereklidir. Öyle ki, yapılan tüm çalışmaları okumak imkansız olduğundan birçok felsefeci kendi görüşlerini oluşturup daha çok bu görüşler üzerine araştırma yapmaktadır.
“Yüzyıllardır çözülemeyen sorular”?.. Saçma bir ifade. Sanki, felsefeciler yüzyıllar boyu yaşamış ve sorulara cevap bulamamış gibi. İnsan ömrünün, normal şartlarda, en fazla 150 yıl olduğunu varsaysak dahi bir felsefeci de insan olduğundan bu yılların ne kadarını felsefeye vermiştir veya verebilmiştir acaba. Ayrıca çok kısa ömür süren veya fikirleri uğruna bile bile genç yaşta ölüme giden felsefeciler de vardır. Felsefecilerin birçoğu da kendince, sorulara cevap bulduğunu düşünmüştür. Yani, yine aynı noktaya geliyoruz. Mesele bu görüşleri olduğu gibi kabul etmek değil, sorgulama ve eleştirmedir. Zaten bilimsel olarak (fizyolojik) da dile getirilen, insan beyninin, beyin hücrelerinin aktif oldukça daha çok geliştiğidir.
Her kafayı bırak, her nesneden kendince sesler çıkmaktadır, bunu engellemek mümkün değildir. Önemli olan, senin kafandan nasıl, hangi sesin çıktığıdır!..
Tükürmeye gelirsek: Türkiye’de tükürük değil b…k bile bir ara gündem olmuştur ve üstelik bunu yapan da kendine “bilimi” rehber aldığını söyleyen, bilim insanı profesör Celal Şengör idi. Fakat merak edilmesin, sipariş üzerine tükürük felsefesi dahi türetmek mümkündür.

“Her şeyin felsefesi var.
Antik felsefeden örnek vereyim. Dünya da evren de yüzüyordur diye kafadan atıyor. Evrenle ilgili sonra diyor ki, “ama burada su var yüzmesini sağlayan onun altında da toprak var, ee evrende bunlar yok.” Bu gibi yargılarla veya tahminlerle bir şey bulunamaz.
Beyler kitapta başta felsefecilere girmiyor felsefeyi anlatırken bilgi felsefesi, doğa felsefesi, bilim felsefesi… Sanırsın fizikle kimyayla evlenmiş kimya felsefesi var.
VE BU ADAMLAR YÜZYILLARCA AYNI SORULARI SORUYORLAR VE BUNLAR BULUNAMAMIŞ HALA …”

**** Bu bölüme cevaplar bir üstteki bölüm için verilen cevaplarda mevcuttur. Şunu ekleyebiliriz; tüm bilimlerin atası felsefedir. Hangi bilim olursa olsun, kendince bir felsefesi vardır, bundan kendini soyutlayamaz. Ama bu, felsefenin kendi disiplinlerini bırakıp doğa ya da sosyal bilimleri yapacağı, yapmak zorunda olduğu anlamına gelmez. Ayrıca, bir de bilim felsefesi vardır ki, tüm bilim yapanlara ya da yapmak isteyenlere tavsiye olunur.

“Aldığım cevaplar da oldu. Bunlar da felsefe hakkında onları da vereyim:
“Felsefenin temel sorusu ya da sorunu “nedir” sorusuna verilecek yanıt sonrası, felsefenin “alt-grupları” oluşmuştur.
Bend e diyorum ki tamam nedir sorusu kabul, alt gruplarına ulaştırıyor. Ama bilgi nedir sorusu da çok ahmakça gibi geliyor, çünkü evrende o kadar şeye nedir diyebilriz. Dediğim gibi tükürük nedir diye başlarsa adam bilimsiz kafasında ağızda toplanan salgılar nereden geliyor diye devam ederse ohooo derim bilimin tahtını yerinden alıyor işin şey tarafı evreni akılla çözmekteki komikliktir, bu komiklik diğerlerinde de yaşanayacaktır.”

*** Yine dalga geçer bir üslup. “Nedir” sorusu felsefenin temel sorularından biri olup felsefi düşüncenin, sorgulamanın başlangıç sorularındandır ama tek soru değildir elbette.
Bir felsefecinin temel sorunu “tükürük” ya da “b…k”un ne olduğu değildir. Evren, gerçeklik, varlık, bilgi, insan, hayat, adalet, erdem, özgürlük vb. daha kapsamlı, bütüncül ve hayati soru, konu ve kavramlarla uğraşır felsefe… Ama birisi elbette tükürük ya da b…kun yapısını merak ediyorsa fizik bilimlerine başvurmalıdır; aynen hücre, molekül, atom, protein ve benzerlerinde başvurması gerektiği gibi. Felsefe, sosyal ve fizik bilimlerinin üzerinde bir sorgulama ve düşünme disiplinidir. Zaten tarihe bakılırsa, birçok felsefecinin bu bilimlerle en azından temel düzeyde uğraştığını, (bazıları ileri düzeyde: Pythagoras, Archimedes, Descartes…) yani bu bilimlerden de haberdar olduğunu bilmekteyiz. Ama her şeye rağmen, birisi illa ben “tükürük” ya da “b…k” felsefesi yapacağım diyorsa ona engel olan yoktur.
Akıl konusunda ise çok yapılan bir yanlış, aklın beynin bir salgısı ya da hormonu gibi görülmesidir. Daha önce dediğimiz gibi, bilgi olmadan akıl da bir işe yaramaz. Bilgisiz akıl işlemez, aksine zeka gibi bilgi ile akıl gelişir ve yetkinleşir. O zaman, yine “bilgi” sorununa gelmiş oluyoruz. Nitekim, Platon gibi akılcı filozofların birçoğu felsefelerinin temeline “bilgi” yi almışlardır (her ne kadar “bilgi” anlayışları tartışmalı olsa da)
Arkadaş “akıl” ile felsefeyi özdeş gibi kabul ederken, farkında mıdır acaba, bilim insanları da bilimsel araştırmaları, deneyleri yaparken ve yorumlarken, hipotezler kurarken aklı mecburen kullanmaktadırlar. Yani evreni bilim ile açıklamak için de, bilim yaparken de akıl gereklidir!
Aklı küçümsemek yerine, o öğrendiği “nedir” sorusunu aklın önüne getirseydi, daha üst düzeyde bir konumda olurdu.

“Felsefe bilimin önünü açar”a katılmıyorum.
Felsefenin haddine mi bilimin işine karışmak bilime yamıyor kendini tükürük de bilimin işi yoksa akıl bir yere götürmez bilimsiz felsefe bir saçmalıktır. Ben de diyorum ki bilimsiz felsefe olmaz ama felsefesiz bilim nedir sorusunu kendine sorabilir. Kastettiğiniz epistemoloji ve diğer şeyleri de biliyorum; ruhçuluk, kuşkuculuk, şüphecilik… Bu adamlar kendileriyle çelişiyor ben daha ne diyeyim? O kadar grup var ve adamlar akılla birbirlerini ikna edemiyorlar.”

*** Felsefe bilimin önünü elbette açar. Örneğin bilim felsefesi. Tabii, bunu yapabilecek düzeyde cesur, etik değerlere sahip bilim insanları olursa.
“haddine mi”?.. Bilgisiz insanın haddine midir, ki bilmediği konularda ahkam keser. Ayrıca, neyin, kimin haddine olduğu konusunda yargı sahipleri etik değerlerini sorgulamak durumundadır. Gurur, kibir sahibi olmak, her şeyi bildiğini veya çözdüğünü zannetmek aptallığı ve bunu meşru kabul etmek, hangi etik değerlerle bağdaşmaktadır?..
Bilimsiz felsefe diye bir şey yoktur, bilakis “gerçek” felsefenin kendisi de bir çeşit bilimdir aslında. Ancak, tabii ki, bilimden ne anladığımıza da bakmalıyız.
Fakat günümüzde, birçok alanda olduğu gibi, bilimi de tekeline almaya çalışan, aldığını düşünen doğa (fizik) bilimleri ve de diğer (sosyal, sanat…) bilimler, felsefeleri olmadan olamazlar, kendileri inkar etseler de çünkü böyle bir soyutlama mümkün değildir.
“Adamların kendileriyle çelişmeleri” boş, havada bir atıftır. Çelişenleri de vardır, çelişmeyenleri de. Burada sözkonusu olan adamlar değil, savundukları felsefe ve onun metafiziğidir. Yani, metafizik kurgu olarak kendi içinde çelişenleri ve çelişmeyenleri de vardır. Çelişenlerin çelişmelerini ortaya dökmek ise meseledir. Yani, sırf birileri çelişiyor diyerek konuyu kapamak ya da meseleyi çözdüğünü zannetmek çocuksu, boş laftır.
Kimse kimseyi ikna etmek zorunluluğunda değildir. Zaten felsefecilerin esas motivasyonu ikna etmek değil, tutarlı bir şekilde, gerçekliğe dair sorulara cevap bulma arzusudur. Ancak dışarıdan kimseler böyle bir ikna bahsini açabilirler çünkü genelde ikna edilmek istemektedirler.

“Bak ben anlatayım:
Hepsi başka konuşuyor, akılları ile böyle olunca hepsi başka şey TAHMiN EDİYOR. Çoğu zaman yanlış mantık yürütüyor, bu bulgularla aklına yatırıyorlar. Ama gerçekl,k hangisinde veya hiçbirinde anlatabildim mi?
Ben bunları düşündükten sonra da Gazali’nin filozofların tutarsızlıkları adlı eseri hakkında nette arama gereği duydum ve benim de dediğim gibi aklın sınırlı kaldığını söylüyor. Akıl bir yere kadardır ve akılda bir gerçekliğin ölçüsü yoktur ki biri size şu gerçektir diye kandırmasın. Biri sizi yanlış bir şeyin gerçek olduğuna inandırabilir.
Akılın bittiği yerde akıldan bağımsız bilgiler topluluğu gelir, bilgi ne kadar çoksa akıl o kadar devam eder.
BİLGİSİZ VE BİLİMSİZ AKIL, BİR SAÇMALIKTIR.”

*** Hepsi başka konuşabilir, birbirlerini destekleyenleri de çoktur. Birazcık epistemoloji bilinirse tahminin ne kadar geçersiz kabul edildiği görülür. Hatta Platon, daha da ileri giderek normal fiziksel verileri bile kanı (doxa) diyerek itibar edilemeyecek bilgi olarak sınıflandırır.
Bildiğimiz manadaki mantığın temelini atan Aristoteles’tir, ki bu mantık da eleştirilebilir, nitekim kimilerince eleştirilmiştir. Kimse kimseyi zorlamıyor. Kimse aklına, mantığına yatmadıkça bir şeyi kabul etmek zorunda değildir; ama hem aklına yattığını hem mantık olarak yanlış olduğunu söylüyorsa, kendi içinde çelişkilidir.
Aklı eğer zaman-mekan fizikselliği içinde kabul edersek, elbette ki sınırlıdır çünkü nesnel-gerçeklik içinde bulunan her şey sınırlıdır. Ancak farkında mıdırlar acaba,
bu durumu sorgulayan da kendi akıllarıdır ve kendi kabul ettiklerince sınırlı olan akıllarına veya çıkarımlarına, bir anda sorgusuz sualsiz teslim olma eğilimindedirler!.. Yani, bir kısır döngü ve çelişki içindedirler ama bunu görmek ve kabul etmek istemezler.
Etik değerlere sahip bir kimsenin, başka bir kimseyi kandırmak gibi bir derdi, gündemi yoktur. Ayrıca esaslı bir felsefeci, karşısındakini bir şeye inandırmaktan çok, o kişinin bir şeyleri bilmesini niyet eder.

“Akılın bittiği yerde akıldan bağımsız bilgiler topluluğu gelir, bilgi ne kadar çoksa akıl o kadar devam eder.“..? Söylenecek o kadar çok şey var ki:
Aklının nerede, ne zaman, niçin bittiğini, akıl sahibi olduğunu iddia eden zat nereden bilmektedir? Aklının bu değişmelerini farkedebilmesi için de zatın akla ihtiyacı vardır!
— Aklın bittiği yerde akıldan bağımsız “bilgiler topluluğu” olduğunu zat nereden bilmektedir? Bilginin somut bir nesne topluluğu, gömü olduğu filan mı zannedilmekte?
— Farzedelim böyle bir sözde “bilgi” gömüsü var, orada bir yerde (?) durmakta. Akıl yoksa o sözü edilen bilgilerin de bir anlamı ve değeri yoktur! Çünkü o bilgileri işleyecek bir akla her zaman ihtiyaç vardır!
— O “bilgi” dediği şey gökten ve de aklı olmayan bir kimsenin bedenine büyülü bir şekilde mi inmektedir? ki bilgi ne kadar çoksa akıl o kadar devam etsin?..
Daha birçok şey söylenebilir ancak bu kadarı da yeter ve artar bile… Anlaşılıyor ki; akıldan bilgiden bahseden zatın sözleri bir “laf salatası”, “laf olsun torba dolsun” örnekleridir.
Akıldan bağımsız sözde “bilgi”ler topluluğuna ulaşanlar varsa (..?) “bravo” (?), ancak unutulmamalı ki, böyle bir bilgiler topluluğuna “armut piş ağzıma düş” gibicesine ulaşılmış olunsa dahi, bu bilgilere sahip olacak akla ve etik değerlere, yine de sahip olunması gereklidir. Denir ya; “at binicisine göre kişner.” Bilgi dahi, son tahlilde, “insan için ve insan ile” anlamlıdır. Evet, bilgisiz ve bilimsiz akıl da boş kalabilir ancak zaten akıllı birisi, bilginin ve bilimin önemini kavrayacak düzeyde birisidir.
Bu kadar laftan sonra kısmen sarfedilen doğru parçaları; kendi başına, tüm meselenin çözüldüğünü göstermez, çözümü sağlamaz. Doğru için böyle (masaüstü) kısayollar yoktur. Yani “bilgi”nin ve “bilim”in ne olduğu sorununa “doğru” cevaplar vermemiz, her koşulda, gerekli ve zorunlu bir uğraştır. Ve böylece yine başladığımız yere, felsefeye ve rehberliğine geri dönmüş oluruz!
Felsefeye hakettiği değerin verilmesi dilekleriyle!

Bu yazı felsefi eleştiriler içinde yayınlandı ve , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.